Ana Sayfa / Yazılar / İslamiyet / İslamiyet

İslamiyet

Tarih; insanlığın yaşayış, düşünüş, inanış, buluş ve oluş bakımından bir hâl tercümesidir.

Allah, Kurân-ı Kerîmdeki âyetlerde; Hz.Muhammede ve bizlere, geçmiş Peygamberlerin, onların ümmetlerinin (toplumlarının) kıssalarında, bizler için öğüt ve ibret verici olaylar bulunduğunu bildirmekte ve bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Peygamberlere ait haberlerin hepsinden, gönlünü yatıştıracak olanları hikâye ediyoruz ve bu kıssalarda sana gerçek haberler, inananlara da öğüt ve ibret var. (Hûd 120. âyet)

Diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır:

Düşünceye, tedbîre sâhib olan akıl, duyup anlayacak kulak elde etmek için hiç mi yer yüzünde gezip dolaşmazlar? Gerçekten de gözler kör olmaz amma gönüllerdeki can gözleri körleşir. (Hac 46. âyet)

Bu âyet-i kerîmede de Allah, bizlerin gezip dolaştıkça, önceki milletlerin, toplumların eserlerini gördükçe, hâllerini anladıkça; anlayışa, görgüye, duyguya sâhib olacağımızı beyân buyurmaktadır.

Bugün geçmişteki olayları anlatan bir kitabı okumak, mânevî bir geziş ve görüştür. Bu kitapların içinde; Hz.Muhammedin, Ehl-i Beytin, Oniki İmâmın ve Hz.Pir Hünkâr Hacı Bektaş Velînin hayatlarını, hayatlarındaki olayları, düşünce ve fikirlerini gerçek olarak anlatan bildiren bir kitap ise; Ben bu Peygamberin ümmeti miyim? diye bizleri düşünceye sevkettirmesi gereken bir kitaptır.

Böyle bir kitapta ilk kaynak, elbette ki Kurân-ı Kerîmdir. Kurân-ı Kerîm; Hz.Muhammedin ahlâkını, zamanındaki yaşanılan olayları ve ondan sonra yaşanılan olayları gerçek olarak bizlere bildirmektedir.

Kurân-ı Kerîmden sonra insanlara yol gösterecek, irşâd edecek diğer kaynaklar ise; Hz.Peygamberimizin hayatı, yaşadığı olaylar ve bizlere buyurmuş oldukları sözleri ile gerçek hadîs-i şerifleridir. Bundan sonra da Kurân-ı Kerîmdeki âyetlerin tefsîri, Kurân-ı Kerîmdeki Ehl-i Beyt ile ilgili âyetler, Ehl-i Beytin ve Oniki İmâmın hayatları, yaşadıkları olaylar ve yazmış oldukları eserleri, hutbeleri, sözleri bizlere dâimâ ışık tutacak, aydınlatacak öz kaynaklardır.

Hz.İmâm Ali, Kurân-ı Kerîmin tefsîri (yorumu) hakkında şöyle buyurmuşlardır:

Sorun bana beni yitirmeden; çünkü andolsun Allaha, Kurânda hiçbir âyet yoktur ki niçin ve kimin hakkında indi, nerde indi, düzlükte mi, dağlıkta mı, hepsini de en iyi bilenim ben. Gerçekten de Rabbim bana, anlayan bir akıl, söyleyen bir dil ihsân etmiştir.

Elbette ki; Kurân-ı Kerîme ve aklı selime uymayan, Hz.Peygamberimizin nezâhetine (inceliğine) yakışmayan sözleri de hadîs diye kabul edemeyiz.

Tarihlerin yazdığına göre Emeviler, Hz.İmâm Hüseyini şehit ettikten sonra 80 yıl iktidarda kalmışlardır. Emeviler bu 80 yıllık iktidarları süresince; Ehl- Beyte ve Ehl-i Beytin yolundan gidenlere, onları sevenlere çok zulümler, haksızlıklar yapmışlar ve bir çoğunu da şehit ettirmişlerdir. Emevi halifelerinin bir çoğu; fâsık, fâcir, münâfık ve İslâmiyete hiç de inanmayan, ahlâkları hiç uymayan, halifeden daha ziyade, rezilce bir saltanat süren zorba kişilerdi.

Emevi halifeleri kendi zamanlarında yapmış oldukları zulümleri ve haksız işlerini haklı gösterebilmek için akla, mantığa uymayan düzmece hadîsler uydurmuşlar ve birçok da sayısız Ancak sana taparız. Yalnız senden yardım isteriz.kitaplar, eserler yayınlamışlardır. İslâm tarihine hiç uymayan yalanlar, daha ziyade Emeviler zamanında, bir kısmı da Abbâsîler zamanında kitaplara geçmiştir. Bu hadîslerden ve bu kitaplardan bir kısmı hâlâ zamanımıza kadar süre gelmiş ve öylece devam etmektedir.

Emevilerden sonra iktidara gelen Abbâsîler, Emevilerden Ehl-i Beyte yaptıkları zulümlerinin intikamlarını almışlar; fakat Abbâsîlerde daha sonradan Ehl-i Beyte ezalar, cefalar etmişler ve Oniki İmâmdan bazılarını şehit ettirmişlerdir.

İslâm Dîninin temeli akıldır, muhakemedir. İnsan için gerçek nimet; Kendini anlamak, dünyaya neden geldiğini araştırmak, ne için yaşadığını bilmek, gerçekleri öğrenmeye çalışmak, şeref ve namusunu muhafaza etmek, gaflet gözünü açarak dalâletlerden kurtulmak değil midir? Elbette ki amacımız bu olmalıdır.

Gerçeği arayan ve okumayı seven gençler ile her yaştaki insanlar okudukça ve okuduklarını hayata geçirip tatbik ettikçe; daha olgun bir seviyeye gelirler ve uygun olan kitapları okuyarak bu kitaplardan hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu ölçebilecek bir seviyeye yükselirler. Bu bakımdan her aydın Müslümanın da İslâm tarihini okuması ve dînini bilmesi kadar tabii bir şey olamaz. Bu konuda Hz.Peygamberimiz bir hadîslerinde şöyle buyurmuktadırlar:

Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya dinleyen ol. Sakın dördüncü olma.

Çevremize ve etrafımıza baktığımız zaman genellikle görüyoruz ki; bugünün insanları -gençleri-, nesilleri gerçek İslâmi bilgiden yoksun ve habersizdirler. Bunun tek ve en önemli nedeni ise din ile gereği kadar ilgilenmeyişimiz ve bu konuya da gereken önemi vermeyişimizdir. Din konusuna gereken önemi vermeyince de; Bu konu ile ilgili ne bir kitap okuyoruz, ne bir karşılaştırmalı kitap ve dergi araştırması yapıyoruz, ne bir din konusunda yapılan konferanslara gidiyoruz ve ne de basında, televizyon kanallarında dîni konularda zaman zaman yapılan açık oturumları, sohbetleri, tartışmaları farklı görüş ve yorumları izliyoruz. Hâl böyle olunca da; ne İslâm tarihimizi, ne dînimizi ve ne de Allahın biz kullardan neler istediğini, yaratılışımızın sebebini elbette ki bilemiyoruz.

İslâmiyeti ve dînimizi gerçekten öğrenmek istiyorsak; tarih sayfalarında yazılı olan zulümleri, haksızlıkları, kavga ve mücadeleleri, bunların nedenlerini okuyup ibret almamız gerekir. Kendi düşüncelerimize aykırı fikirleri okuyup araştırmadan ve tarafsızca incelemeden, o konu hakkında hüküm vermemeliyiz. Bu bakımdan Hak ile bâtılı, doğru ile eğriyi, mert ile nâmerdi ayırt edebilmemiz açısından; hem kendimiz için, hem çevremiz için, hem de yetiştireceğimiz ve eğiteceğimiz evlâtlarımız için okumalıyız, araştırmalıyız ve incelemeliyiz.

Bu konuda İstiklâl Marşı yazarımız Mehmet Âkif Ersoyun bir sözünü sizlere aktarmak istiyoruz:

Tarihi anlatırlar, ibret alınsın tarih tekerrür etmesin diye,
İbret alınsaydı, hiç tarih tekerrür eder miydi?

Vicdanı ve irfânı hür olan kimseler, geçmişte yaşanılan olaylardan ibret ve ders alarak gerçekleri bulurlar. Çünkü bu konularda gerçekleri anlatan yazılı kaynaklarımız pek çoktur. Önemli olan bu okuyacağımız kaynakları iyi seçebilmektir.

Allah, insanlara doğru yolu göstermek ve onları hidâyete erdirmek için; toplumlara önce Peygamberler göndermiş, Peygamberlik dönemi tamamlandıktan sonra da, Evliyalar ve Velîler göndererek, toplumları irşâd etmek için onları vazifeli kılmıştır. Bu konuda, Allah tarafından kullarını irşâd etmesi için vazifeli gönderilen Evliyalarından, Hünkâr Hacı Bektaş Velînin bir sözünü size aktarmak istiyoruz:

Nebîler ve Velîler Allahın insanlara hediyesidir.

Yine bu konuda, Kaygusuz Abdal Erenlerden de birkaç beyiti bilgilerinize sunmak istiyoruz:

-1-
Evliyâdan gelen kelâm,
Okunan Kurân değil mi?
Gerçek Velînin sözleri,
Sûre-i Rahmân değil mi?

Hak haberin dinleyene,
Candan kabul eyleyene.
Hakkı bilip anlayana,
Sözümüz bürhân değil mi?

Ey KAYGUSUZ hâlin nola,
Gitmez isen doğru yola,
Hak kerem etse bir kula,
Hakikat ayan değil mi?

-2-
Evliyâya eğri bakma,
Kevn-ü mekân elindedir.
Mülke hüküm süren oldur,
İki cihân elindedir.

Hak ânı bunda gönderdi,
Kullarını irşâd için.
Kime diler îman verir,
Kahr-u ihsân elindedir.

KAYGUSUZ ABDAL bu ilmi,
Okudum, anladım, bildim.
Bütün âlemlerin hükmü,
Kâmil insan elindedir.

 

 

Evliyâların bu sözlerini okuduktan sonra Allaha yakın olmak ve hidâyete ermek istiyorsak, amacımız; Nebîlerin, Evliyâların bu sözlerinden faydalanmak ve bu sözlerdeki derin manâları anlamaya gayret etmek olmalıdır. Ancak bu sözleri nefsimizde tatbik edersek, Allahın bizden istediği güzel ahlâklı bir insan olabiliriz.

Edeb yahuBinlerce yıldan beri; gerçekler karşısında, riyâ; sadakat karşısında, aldâtma ve hile; açıklık karşısında, yalan-dolan; insaf karşısında, garezkârlık çarpışıyor. Mert, nâmert ile; şahsi çıkarını düşünmeyenler, egoistler ile; civanmertler, kalleş ve kaypaklarla; merhametliler, zalimlerle binlerce yıldan beri uğraşıyorlar. Bunların da elbette bir çok nedenleri vardır. Hak yoluna giden ile, bâtıl yoluna giden bir olur mu? Mert ile nâmert bir olur mu?

Nedenlerini düşünecek olursak; İnsanlar kendi amellerinden, ahlâklarından dolayı Hak yoluna veya bâtıl yoluna giderler. Allaha ve Peygamberine inanan, dîninin gereklerini gerçekten yapan bir kişi; Hiçbir zaman Hak yolundan ayrılmaz ve bâtıl yoluna gitmez. Allaha ve Peygamberine inanmayan, din ile hiç ilgilenmeyen ve güzel ahlâklı insan olmak için gayret etmeyen bir kişi de; Elbette bâtıl yolundan ayrılmaz ve Hak yoluna gelemez.

Bu konuda Kurân-ı Kerîmin bir âyetinde yüce Allah, Hz.Peygambere şöyle buyurmaktadır: Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davette bulun, onlarla güzel bir sûrette karşılıklı konuş. Çünkü Rabbin yoldan sapanları bilir. Doğru yolda olanları da bilir. (Nahl 125. âyet)

Bir memleketin, bir devletin bekâsı, varlığı adâletle ayakta durur. Adâletsiz bir devlet; İlelebet yaşayamaz, huzûr bulamaz, mamûr olamaz, müyesser olamaz, payidar kalamaz ve refâh da bulamaz. Zalim bir padişah veya zalim bir idare, şevket sahibi olamaz.

Bir ülkede gerçek adâlet; ancak o ülkedeki fertlerin, toplumların gerçek bir din anlayışı ile sağlanır. Gerçek bir din anlayışı demek; dînin yüzeysel dışı ile değil, dînin özü ile içiyle ilgilenmek demektir. Bu anlayışa da ancak; Kurân-ı Kerîmin, gerçek hadîs-i şeriflerin,Ehl-i Beyt ve Oniki İmâmların sözlerini, nefsimizde tatbik ederek ulaşılır.

Bu konuda Hz.Peygamberimiz son vedâ haccı dönüşünde Gadîru-Hummda yüz yirmi bin kişinin huzûrunda şu hadîsi buyurmuşlardır:

Ben sizin aranızda iki paha biçilmez şey bırakıyorum. İkisi de birbirinden büyüktür. Bunlardan birisi Allahın kelâmı Kurân-ı Kerîm diğeri ise Ehl-i Beytimdir. Bu ikisi Kevser havuzunun kıyısında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmaz; bunu Rabbimden ben diledim. Bu ikisine yapışır, sarılırsanız benden sonra ebedî olarak sapmazsınız, yol yitirmezsiniz.

Din, tarihin her döneminde kişilerin ve toplumların ilgilendiği, vazgeçemediği tek kurumdur. Tarihte din gerçeğinden etkilenmeyen, dine ilgisiz kalan bir toplum yoktur. Bu gerçek, insanlık var olduğu müddetçe de devam edecektir. Din, bugün hâlâ çok büyük toplumları etkileme özelliğine sahiptir. Din istismarı yoluyla ülkenin başına büyük gaileler açılabileceği gibi dînimizin engin hoşgörüsü ve birleştiriciliğinde de insanlarımızı kaynaştırmak ve toplumumuza dinamizm kazandırmak mümkündür.

Günümüzde insanların, din hakkında az bilgileri olduğu halde, en çok konuştukları konu yine şüphesiz dindir. Çünkü din hepimize lâzımdır, hepimizin dine ihtiyacı vardır. Dinsiz toplumlar huzur içinde yaşayamazlar.

Dinin amacı; İnsanları iyiye, güzele, hayra sevk ederek onları hem dünyada, hem de âhirette mutlu kılmaktır.

Din; Kişileri başka insanlara karşı kin ve nefrete, intikam ve kan dökmeye sevk etmez ve sevketmemelidir.

Din; İnsanı, hayatın esasını, kökünü anlamaya ve geleceği gibi var oluşun en temel sorunları üzerinde düşünmeye çağırır. İnsanları, yaratılıştaki sebep ve amaçtan haberdar eder.

Yaratılıştaki amaç konusunda ise yüce Allah, Kurân-ı Kerîmde şöyle buyurmaktadır: (56) Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler (ibadet etsinler) diye yarattım. (57) Onlardan ne bir rızık istiyorum ve ne beni doyurmalarını istiyorum. (Zâriyat 56-57. âyetler)

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:

İnsanoğlu, bugünkü yaşadığımız asırda, günden güne bilim ve teknik alanında çok çalışmalar yaparak, büyük ilerlemeler kaydetmiş ve maddeyi hâkimiyeti altına almaya başlamıştır. Elbette ki bu yapılan çalışmalarda; insanlığın hizmetine, hayrına sunulan güzel çalışmalar olduğu gibi, insanlığın zararına ve insanlığı yok edecek zararlı çalışmalar da vardır.

Fakat maddenin yanında insanın bir de rûh ve mâneviyât âlemi vardır ki; insanlar o konularda gereği kadar çalışmamış ve bu konulara gereken önemi vermemiştir. Bu bakımdan rûh ve mâneviyât hakkındaki bilgilerimiz pek ileri gidememiştir. İnsanoğlu, bilim ve teknikte çok ileri gitmesine karşı, insanlık vasıflarını lâyıkıyla kazanamamıştır. Çünkü rûh ve mâneviyât zayıf kalmıştır.

İnsanı insan yapan rûh ve mâneviyâttır. Tarihte yaşanılan olaylar araştırılacak olursa görülür ki; insanlar mâneviyâtlarına bağlı kaldıkları zaman medenî olmuşlar, mâneviyâtlarından uzak kaldıkları müddetçe de vahşileşmişlerdir. Halbuki insan, her şeyden evvel insan olma özelliğini kazanmalıdır. İnsanlara insanlığı öğretecek, insan terbiyesinde insan ahlâkının kemâl bulmasında güvenilecek yegane müracaat edilecek kaynak da din ve mâneviyâttır.

Bu açıdan bakacak olursak; İnsanın dînini ve mâneviyâtını hiç ihmal etmemesi lâzımdır diyoruz. Aksi halde; özü-sözü doğru, sözüne itimat edilir bir insan olamayız, hayatımızın manâ ve önemini hiç anlayamayız, memnun ve bahtiyar kişiler olamayız.

Ayrıca Bakınız

Veysel’den Nutuklar

Ben giderim adım kalırDostlar beni hatırlasınDüğün olur bayram gelirDostlar beni hatırlasın Can kafeste durmaz uçarDünya …